Ak Bülten

Ak Akademi bu bültenle genel olarak egitimle alakali konularda ögrencilerini ve takipiclerini bilgilendirmek istemektedir.

  • Home
    Home This is where you can find all the blog posts throughout the site.
  • Categories
    Categories Displays a list of categories from this blog.
  • Tags
    Tags Displays a list of tags that have been used in the blog.
  • Bloggers
    Bloggers Search for your favorite blogger from this site.
  • Team Blogs
    Team Blogs Find your favorite team blogs here.
  • Login
    Login Login form
Recent blog posts

İşitme Engelli Yazarımız  Turan Yalçın  Az Yayınlarından  yeni çıkardığı  “Engelleri Aşanlar” Kitabında Hüseyin Akbaş’ı da unutmayarak  2 sayfada  O’nu da tanıttı.

Hüseyin Akbaş  söz konusu  kitapta aynen şöyle tanıtıldı

“1933 yılında  Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Çevreli (Muhat) Kasabasında dünyaya  geldi.

Köyünde yaşayan ve ayağından engelli olan Hüseyin akbaş, çevredeki  köy  düğünlerinde ve güreşlerinde kendisini gösteren bir köy delikanlısı iken, bir gün Anadolu’da  genç güreşçi yeteneklerin avına çıkan   Milli Takım Antrenörü Yaşar Doğu tarafından   keşfedilerek Ankara’ya götürülür.

Hüseyin Akbaş çok çalışarak 1 senede  Milli Takıma seçilir.

Hüseyin  Akbaş, köyünü o kadar seviyordu ki, kamplar ve maçlar dışında   zamanının köyünde geçiriyordu.

1960 yılında  Burgaz’da serbest sitilde  57 kiloda Balkan 2. Si oldu

1954 te Tokyo’da serbest  sitilde  52 kiloda Dünya Şampiyonu.

1957 de  İstanbul’da  57 kiloda serbest sitilde  Dünya Şampiyonu.

1959 da Tahran’da  57 kiloda  serbest  sitil dünya  şampiyonu.

1962 de Toledo’da(ABD)  serbest stil 57 kiloda Dünya  Şampiyonu.

1961 de Yokohamada  (Japonya)  serbest stilde   57 kğ Dünya 3. Olmuştur.

Hüseyin Akbaş 285 müsabakadan sadece 4 tanesinde yenilmiş  84 defa milli forma giymiştir.

Daha sonra Milli Takım Antrenörlüğü yapmıştır.

Müsabakalarda  sakat bacağını rakibinin önüne atar, rakibi onunla uğraşırken o da dalarak   onu yenerdi. Bu oyunu ona has üslup olarak  anlatılmaktadır. Engelli ayağı ile ülkemizi senelerce  temsil etmiş  bir güreş dahisidir.

1977 yere seçimlerinde  Çevreli, Kasabasına  AP den  Belediye Başkanı adayı olmuş ve    oyların  yuzde 48.81 ini alarak Çevreli Belediye Başkanlığı yapmıştır.

1980 yılından sonra  da Tokat İl Genel Meclisi  üyeliği yapmış olan Hüseyin Akbaş  köyünde 1989 yılında vefat etmiştir.

Her yıl  Çevreli’de adına güreşler tertip edilmesinin yanında Tokat Merkez’de bulunan  en büyük spor salonuna adı verilmiştir. Tokat’ta son yıllarda adına  Uluslararası  Güreş Turnuvaları tertip edilmiştir.

Çevreli doğumlu  Yazar Hemşerisi Emin Ulu  “Hüseyin Akbaş Efsanesi” adlı kitabı  ile hayatını kaleme  almıştır.

Hüseyin Akbaş Tokat’ta bir efsane olarak   adı Güreş Turnuvası ve Kapalı spor salonlarında  yaşamaya devam etmektedir.

 

Yazar Yalçın’ı bu vefasından dolayı tebrik ederiz.

Posted by on in Başarı Kültürü

Dağcı, tırmanmadan önce bizim için sadece bir maceraperestti.  Zirveye ulaştığında ise o hepimiz için bir kahramandı.

Gücünüzü kötü alışkanlıkları beslemek için kullanmayın. Kötü alışkanlıklara doğru ilk adımını atan birisi kendi düşmanlarını eğitmeye başlamış demektir. Bilgiyi, kaynağına bakarak küçümsemeyin.

Esprili olun ama komik bir insan olmayın. Faaliyetlerinizde boşluk bırakmayın. İki insan(ı) olmayınız, (Oynamayın). Derhal teşebbüse geçin. Doğrularınız yanlışlarınızı örterek ve tamir ederek size yol gösterir. Her saniyeniz gayenize uygun olmalıdır. Kalbinizi ve gönlünüzü hapishaneye döndürmeyin. Tertemiz bir kalple gülünüz, yürüyünüz, bakınız…Sözünüzün eri olun. Kararlı olmanız, hedefi yıldırır ve zayıflatır. Korkunuz ise, korktuğunuza şeye güç verir. Kuvvetlerinize çok iyi komuta edin. Samimi bir pişmanlık gelecekteki hatalarınızı da önler. Danışma, meseleler üzerindeki aydınlığın artırılmasıdır. Anahtar aramak yerine, anahtar olabilmelisiniz. Kendinizi ifade etmekten kaçınmayın. Asla; üç ay önce doktora gitmesi gereken hasta olmayınız.  Yani geç kalmayın! Küçük ikazların değeri büyüktür, unutmayın!İnsana yaklaşmak önemlidir. Küçük bir eylem bir çok sözün önünde gider ve daha çok katkı sağlar.  İnanç, kuvvetin rûhudur. Güzel bakanlar güzel görürler.  Güzel görenler ise mutlu ve umutlu olurlar. Doğal olunuz. …

 

Ve en önemlisi; sırlarınızı ölünceye kadar saklayınız!

 

*

M.  Hakan Alşan

www. gencgelisim. com

 

SİVAS  BELEDİYESİ İŞARET DİLİ EĞİTMENİ MUSTAFA EPİK.” İŞARET  DİLİNİN  GELİŞİMİ  KURUMLARARASI  İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR. İŞBİRLİĞİ İÇİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR  MUTLAKA  BAŞARILI OLACAKTIR”

SORU- Bize kısaca kendinizi  tanıtır mısınız? Hangi okullarda okudunuz  nerede  çalıştınız bugüne kadar?

MUSTAFA EPİK- 02.09.1981 Sivas  ‘ta doğdum. ilk ve orta öğretimini Sivas ‘ta tamamlayıp, Sivas Atatürk Endüstri Meslek Lisesi,  Yapı Ressamlığı Bölümünü Bölüm 1.cisi olarak tamamladım.

Eskişehir Anadolu Üniversitesi Engelliler Entegre Yüksek Okulu Bilgisayar Operatörlüğü Bölümünden 2000 yılında mezun oldum. Halen Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Kamu Yönetimi  4. Sınıf Öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmekteyim.

2001 – 2004 yıllarında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde, 2004 – 2012 yıllarında Cumhuriyet Üniversitesi Fen- Edebiyat fakültesinde memur olarak görev yaptım.

2012 yılında İşaret Dili eğitimleri nedeni ile Sivas Belediyesi naklen geçiş yaptım ve halen Sivas Belediyesi bünyesinde bulunan Engelliler Eğitim ve Kültür Merkezinde görev yapmaya devam ediyorum.


SORU- İşitme engellilik hikayenizi anlatır mısınız ?

MUSTAFA EPİK- 11 yaşında arkadaşlarımla oyun oynarken başımı beton zemine çarptığım gün biraz başımın ağrıması ile başlayan ve aniden kaybolan duyu sorunum ile işitme engellilik hayatım başlamış oldu. İlk zamanlar ne olduğunu anlayamadım çünkü seslerin olmadığı bir dünya içine almışlar gibiydi. Zamanla alışmaya çalıştım, ailemin özellikle annemin ve öğretmenlerimin yardımı ile 11-18 yaşları arasında dudak okumaya dayalı bir eğitim ve hayat içine alındım, hayatım böyle giderken 18 yaşında Eskişehir Anadolu Üniversitesi EEYO Bilgisayar Operatörlüğü bölümünü kazanıp Üniversite hayatına adım attığımda karşımda sürekli işaret dili ile görüşen arkadaşlar olduğu için 18 yaşından bu güne kadar İşaret Dili üzerine bir hayatım oldu.

Özetle 0-11 yaşları arasında engelli olmayan insanlar gibi yaşayıp, 11-18 yaşları arasında bazı işitme engelliler için uygun olan Dudak okumaya dayalı eğitim içerisinde bulunduktan sonra işitme engellilerin büyük çoğunluğu için gerekli olan İşaret Diline dayalı eğitimi 18 yaşından beri araştırmakta ve doğru olanı bulmak için çabalamakta olan bir hayatın içindeyim.

İşitme Engellileri anlamak için gerekli olan bu dönemleri yaşamam nedeni ile sorunlar ve çözüm önerileri gözümün önünde gibi görünmektedir. Günümüzde bazı İşitme Engellilere dudak okumaya dayalı, bazılarına da İşaret Diline dayalı eğitim üzerinde inat edildiği görülmektedir.

Ne yazık ki bazı işitme engelliler dudak okumaya dayalı eğitimden, bazı işitme engelliler ise işaret diline dayalı eğitimden dolayı kendilerini geliştirememektedir.


SORU- İşaret dili ile tanışmanız ve   bu dili öğrenmek için yaptığınız  çabaları anlatır mısınız ?

MUSTAFA  EPİK- 11-18 yaşları arasında dudak okumaya dayalı bir eğitim içinde olduğumdan Üniversite hayatına başladığımda karşımda İşaret Dili ile konuşan arkadaşlar çıkması beni elbette zorladı. 0-11 yaşları arasında engelli olmadığım için kelime hazinem gelişmiş ve kendimi ifade edebiliyordum bu sayede dudak okuma eğitimi bana faydalı oldu.

18 yaşında İşaret dili ile tanıştım, ben İşitme Engelli arkadaşlarıma kelimeler ile bir şeyler yazıyordum ama onlar aynı şekilde cevap veremiyordu. Bu yaştaki biri insanın çok zayıf kelimelerle cevap vermesini ve sebeplerini anladığımda sağlam iletişim için ya arkadaşlarım kelime hazinesini geliştirecekti yada ben İşaret Dili öğrenecektim.

Bunu uzun uzun düşündüm yine İşaret Dili bilmeden arkadaşlarıma kelime öğretmeye kalktım ama iletişim sorunu olduğundan  “ bu ne demek ? “sorusunu arkadaşlarıma anlatamıyordum ellerim kollarım bağlı gibiydi. Baktım olmuyor en sonunda oda arkadaşımdan rica ettim kelime hazinenizi geliştirmeniz zaman alır hem ben size işaret dili bilmediğimden anlatamıyorum dedim sağ olsun kabul edip beni işaret dili eğitimine aldı, hep beraberdik sorduğum kelimelerin işaretlerini yavaş yavaş bana öğretiyorlardı. İlk yıl yanımda en az 20 işitme engelli olmasına rağmen çok fazla öğrendiğimi söyleyemem çünkü kelime hazinesi zayıf olan bir çevre vardı yanımda.

2.yıl biraz daha geliştirdim ama mezuniyet kapımızı çaldı ve memleketlerimize dağıldık.

Mezuniyet sonrası İstanbul ‘da göreve başlamam ve İşitme Engelliler içinde olmam nedeni ile sürekli bu dili öğreniyordum hem de sorunları yerinde anlıyordum.

İşaret Dili ile tanışmam ve gelişimim İşitme Engelliler içinde olmama bağlı bir durumdur. İşitme Engelliler içerisinde bulunmayan bir insanın bu dili öğrenmesi oldukça zordur.


SORU-işaret dilinin  işitme engelli ve toplum için önemi nedir?

MUSTAFA  EPİK- Ne yazık ki İşitme Engelli kavramı yanlış anlatılıyor. Benim yaşadığım dönemlere bakılırsa 2 farklı işitme engelli grubu olduğu anlaşılır. Hiç ses duymamış, kelime hazinesi zayıf olan  bir insan ile sonradan işitme engelli olan ve kelime hazinesi iyi olan birisi aynı eğitime tabi tutulması çok yanlıştır.

Bu kavramı tam olarak anlayamadığımız için tüm işitme engelliler aynı kabul edilerek aynı araba ile aynı yola çıkılması fikri günümüzde devam etmektedir.

Ben 11 yaşına kadar sizler gibi duyup, kelime hazinesi edinmiş bir insan olduğumdan başarılıyım ve bu başarımın doğuştan işitme engelli insanlara örnek gösterilmesi ve benim gibi bir eğitime alınması yanlıştır. Doğuştan İşitme Engelli olanlara kelimeler öğretilmeden, işaret dili ile desteklenmeyen dudak okumaya dayalı eğitim ne kadar yanlış ise benim gibi sonradan işitme engelli olan ve kelime hazinesi iyi olan işitme engellilere işaret dili ile eğitim ilk etapta yanlıştır.

Özetle kelime hazinesi zayıf, duyma ve konuşma sorunu içinde, doğuştan ya da küçük yaşlarda temel eğitimi almamış bireyler için işaret dili ile desteklenen eğitimler çok önemlidir. Yaşları ilerledikçe durum takip edilmeli eğitimciler tarafından desteklenen programlar ile kelime ve işaret dili geliştirilmelidir.

Sonradan İşitme Engelli olan bireyler için mümkün olduğu kadar dudak okumaya dayalı eğitimler ile devam edilmeli ama İşaret dilinden uzaklaşmamalarının sağlanması gerekmektedir.

Nedeni ise İşaret Dilini dili bilen bu grup (temel eğitimi alıp sonradan işitme engelli olanlar ) ileride hiç konuşamayan arkadaşlarına rehber olacaktır. Aynı benim gibi bir hayat içinde olacak ve yardımlaşma içinde olacaktır.

Yukarıdaki sebeplerden dolayı İşaret Dili İşitme Engelliler için vazgeçilmezdir. Ya eğitimde ya da yardımlaşmada, rehber olmakta kesinlikle İşaret Dili karşımıza çıkacaktır.


SORU- İşaret dili öğrenmeye  son yıllarda  Üniversite öğrencileri çok ilgi gösterdi sebebi nedir?

MUSTAFA  EPİK- Günümüze kadar İşaret Dili Üniversitelerde öğretilmediği gibi bir çok insan bu dil hakkında bilgi sahibi bile değildi. Yüksek Öğretim Kurulu geçen yıl aldığı bir karar ile İşaret Dili Üniversitelerde ders oldu ve konular gün yüzüne çıkmaya başladı bu sebeplerle ilgi oldukça fazladır.


SORU- Kamu kurumlarında memurlar işaret dili öğreniyor. Bunun  ne faydaları oluyor kamuya ve  memurlara?

MUSTAFA  EPİK- Kamu kurum ve kuruluşlarının kadrolu işaret dili tercümanları olmadığı için bu kurumlarda bazen iletişim sorunları yaşanabilmektedir. Bu sorunlar yetkililer tarafından takip edilip, İşaret Dili eğitimleri düzenlemektedir.

Bu eğitimler oldukça gereklidir, az da olsa öğrenmeleri gerekir. Kurumların görev yapısına göre işaretleri göstermek ve işitme engellilerin hayatlarının nasıl olduğunu anlatmak kamu görevlilerin işitme engellilere doğru bakışı açısı içinde olmalarını sağlar ve iletişim konusunda yardımcı olur.


SORU- İşitme engellilere toplumun yaklaşımı nasıl  ? Toplumun işitme engellileri  anlaması için başka neler yapılmalı?

MUSTAFA  EPİK- Toplumda İşitme Engelliliğin ne olduğunu tam olarak bilmeyenler olduğu gibi, bu sorunların anlatılmamasının eksikliği de bulunmaktadır. İşitme Engellilerin farklılıkları ve okuma yazma seviyelerinin zayıflığı ile bunun nedenleri topluma anlatılırsa bakış açısı değişebileceği gibi sorunlarda azalacaktır.

Ayrıca unutulmamalıdır ki toplumumuza İşaret Dili ve önemi konusunda sürekli bildirimler yapılmalıdır.


SORU- İşaret  dili ilerde   nasıl bir ilgi görecek sizce ?

MUSTAFA EPİK- Geçmişimize bakarsak önemsiz görünen İşaret Dili bu günlerde Üniversitelerde ders olması İşaret Dilinin geleceğinin açık olduğuna kanıttır.

İşaret Dilinin gelecekte Akademik hocaları ve bölümleri olacağını düşünüyorum.


SORU-  İşaret dilinin gelişmesi için kamu  ve özel kurumlar neler yapabilir?

MUSTAFA  EPİK- Bu dilin gelişmesi Kurumlar arası İşbirliğine bağlıdır. İşbirliği içinde yapılacak çalışmalar mutlaka başarılı olacaktır.

SORU- İşaret dili öğrenmek isteyenlere    neler önereceksiniz ?

MUSTAFA EPİK- Bir dil öğreneceksiniz, inanın çok mutlu olacaksınız neden derseniz sizler gibi işaret dili bilen engelli olmayan bireyler arayan milyonlarca işitme engelli var.

Sizlerle konuşmak, dertleşmek, işbirliği yapıp güzel çalışmalar içinde olmak isteyen milyonlarca işitme engelliler var.

Ve tek sorun İşaret Dili bilen engelli olmayan insanların az ama çok az olması.

Bu mutluluğa ek olarak bir meslek kazanacaksınız.

Bu mutluluk ve meslek sahibi olmanız sizler için yeterli değil mi?

 

Teşekkürler

*

Turan Yalçın

www.gencgelisim.com

Posted by on in Egitim

DEMOSTENES VE HATİPLİĞE GİDEN YOL

Çocukluk yıllarında kekeme olan biri, tarihin gelmiş geçmiş en büyük hatiplerinden biri olmayı başarabilir mi? Neden olmasın?

Demostenes bunu yapmıştı.

İlk kez bir topluluk karşısında konuşmaya kalktığında halk, onu kahkahalarla kürsüden uzaklaştırmıştı.

Kekemeydi. Ancak içinde hatip olabileceğine dair büyük bir inanç taşıyordu. Uzun zaman deniz kıyısında ağzına çakıl taşları koyarak, kıyıya vuran dalgalar eşliğinde konuşma egzersizleri yaptı.

Çok çalıştı…

Sonunda istediğini elde ederek sözünü dinletmeyi ve dünyanın en büyük hatiplerinden biri olmayı başardı.

 

MİCHAEL JORDAN

Micahel Jordan lise ikinci sınıf öğrencisiyken, okul basket takımına alınmadı. Antrenörü, onun bu konuda yetenekli olmadığını, boyunun kısa olduğunu söyleyerek takımda yer alamayacağını söyledi.

Eve geldiğinde Micahel’in morali oldukça bozuktu. Hemen odasına çıktı ve ağlamaya başladı. Hayalleri yıkılmıştı. Durumu fark eden annesi odaya girdi ve ‘’Neler oluyor?‘’ diye sordu.

‘’Takıma giremedim,’’ diye yanıt verdi Micahel.

‘’Bana sen küçüksün dediler…’’

Annesi bunun üzerine kolunu oğlunun boynuna doladı.’’Bak,’’ dedi, ‘’önemli olan, takımın içinde senin ne kadar küçük olduğun değildir; senin içimde ne kadar büyük bir takım olduğudur…’’

Bu sözler genç basketbolcu, Michael Jordan için yeni bir başlangıç oluşturdu. Artık ne istediğini çok daha iyi biliyordu. Bunun üzerine çalışmaya başladı. Her geçen gün temposunu artırdı. Bir dahaki seçmelerde okul takımına girmeyi başardı.

Bu onun basketbol yaşamının ilk basamağıydı.

Önce amatör, ardından profesyonel lige transfer oldu.

O şimdi, yalnızca Amerika’nın değil, dünyanın yetiştirdiği ‘’en büyük basketbol yıldızı’’ ünvanını taşıyor.

 

‘’Kendinin ne olduğunu bilen insan, bazı kendini bilmezlerin, onun hakkında söylediklerinden etkilenmez.’’ İbn Sina

 

İNSANLARA MAKAM VE MEVKİLERİNE GÖRE DEĞİL, İNSAN OLDUKLARI İÇİN DEĞER VERİR, HÜRMET GÖSTERİR

 

“Başkalarına değer biçmek, kendine değer biçmek demektir.”

W. Shakespeare

 

İnsana değer vermek, saygı ve hürmet göstermek, tüm semavi dinlerde bir emir olmakla birlikte ahlaki değerlerinde temel taşlarındandır. Aynı zamanda sosyal açıdan insanlarla ilişki ve iletişimin de temelidir.

 

İnsanlara saygı ve hürmet göstermeden, onlara değer vermeden insanlarla bozuk ilişkiler içinde yaşamak, kişileri tanımayı imkânsız kılar.

Tanımadığımız, bilmediğimiz bir şeye ise ya değer veremeyiz ya da önyargılarla onu asıl değer basamağına koyamayız. Bunu yapamadığımız için de insanlara gereken ve hak ettikleri hürmeti gösteremeyiz. Bunlardan önce ise, kendimizi tanımalı ve kendimize hürmet etmeliyiz.

Kendini tanımayan ve hürmeti olmayan insan, ne başarılı olabilir ne ilişkilerinde iyi olabilir ne de değer vermeyi öğrenebilir.

 

Hürmet etmek, gencinden yaşlısına, astından üstüne herkesin hak ettiği bir davranış biçimidir. Bunu kendimize ilke edinip, kimseyi hürmetimizden esirgememeliyiz.

 

Hürmet gösterme erdeminden yoksun kişilerden oluşmuş bir toplumda saygısızlık, hilekârlık, adaletsizlik de gelişme fırsatı bulacaktır. Hürmetten yoksun, saygı duymayan, birbirlerine değer vermeyen insanlardan oluşan bir toplumun geleceği de emniyette olmayacaktır.

 

İnsan, erdemin artırdıkça her şeye adil bir şekilde değer vermeyi öğrenir.

 

Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre, davranışa hürmet göstermek lazımdır. Zira bu davranış kişiyi bir çeşit sarraf yaparak her şeyin değer ve eder ölçülerine muktedir yapar.

Başarılı insanın gösterdiği hürmet, menfaat odaklı değil, insan ve ahlak odaklıdır. Böyle bir erdem sahibi insan, rakibine dahi hürmette kusur etmez. Kişinin gösterdiği hürmet, aynı zamanda diğer insanlar tarafından da hürmet görmesini sağlar.

 

İnsan, konumu ne olursa olsun, özde değerlidir. Zaman içerisinde insanlar kendi değerlerini ortaya koyarlar.

 

Akıl, insanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliktir. Bu özelliği kullana insan, sadece başarıyı değil, hürmet gösterme erdemini de kazanır. “Aslolan insandır!” diye bilinen bir söz de vardır.

 

“Eğer bir kelebeği seviyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir.”

Antonie de Saint - Exupery

 

Başarılı insan, insana verdiği değeri ve hürmeti, paranın ya da mevkiin yaptırım gücüne göre vermez. İnsana hürmet ve değer vermek, o insanın ne olduğuna, kim olduğuna göre değil, insani değerlere göre yapılmalıdır. Çünkü insanlık değerlerine ve erdemlere ulaşmak, ancak erdemliliğin kazanılacağı zorlu yolculuk sırasında elde edilir. Bu yolculuk, yaratılışın bize çizdiği yolculuktur. Bu yolculukta, başarılar başarısızlıklar da vardır. Ve her anında da insanlar…

 

Başarılı insanın, tüm insanlara değer ve hürmette önceliği yakın çevresidir. Çünkü bu davranış, kişinin kendisinden doğar ve yayılır. Hatta hürmet gösterdiği, kendisini değerli hissettirdiği insanlar aracılığıyla da çok uzaklara dahi bu erdemli davranışı etki eder.

Suya bir taş attığınızda, oluşan halkalar genişleyerek ilerler. Taşın büyüklüğü, bu halkaların gücünü, hızını ve gidebileceği mesafeyi belirler. İnsana gösterilen hürmetin ölçüsü, hürmetin insanlar üzerindeki etkisinin belirleyicisidir.

 

Hürmet gören, kendisine değer verildiğini bilen insan; bu hizmetin kaynağına güçlü bağlarla bağlanır. Çünkü sosyal ve biyolojik bir varlık olan insan, aynı zaman da duygusal bir varlıktır. Dolayısıyla kendisini iyi duygular içinde hissettiği anları tercih eder.

 

İnsana değer vermek, hürmet göstermek, insanları iyi tanımayla ve bilgelikle mümkündür. Zira insan bir okyanus gibidir. Zaman zaman dalgalı, zaman zaman durgun, zaman zaman fırtınalı ve derinliklerde bir gizemle birlikte güzellikler barındıran bir yapıdadır.

Bu yapıyı anlayabilmek, insana hürmet göstermeyi ve değer vermeyi hem kolaylaştırır hem de gerekli kılar.

 

Suyun üzerinde sandalla gezen ile yüzen; yüzen ile de suyun derinliklerine dalan kişi bir olmaz. Biri suyu sadece su olarak görür, diğeri bir eğlence ve spor alanı, diğeri ise bir ibret tablosu… Çünkü suyun ibreti, derinliklerinde gizlidir, insanda olduğu gibi… Bu bilince sahip insan, her insanı engin bir okyanus gibi görür. Zira okyanus gibi insanın da derinliklerinde çok şey saklıdır. Hürmet gören, değer verilen insan ise, bu saklı değerleri dışarı çıkarmaya hevesli, istekli ve cesaretli olur.

Bir insan kendisine ne değer biçerse biçsin, asıl değeri yaratılışından gelir. Biz ise ne olursa olsun kişinin değerini ona hissettirmeliyiz. Tabi şımartmadan ve bilgelikler.

 

İnsanlara peşin hükümlerle yaklaşmak, o kişiye hürmeti sekteye uğratır. Önyargılarımız maalesef birçok kişinin asıl değerini görmemizi engelleyebiliyor.

 

İnsana değer vermek, hürmet göstermek, bir başarı stratejisi olarak görülmemelidir. Samimi bir inancın eseri olarak ortaya çıkarılmalıdır. Başarının sadece mekanik stratejilerle değil, samimi ve gerçek erdemli davranışlarla geldiği unutulmamalıdır.


Hürmet etme ve insanlara değer verme davranışı, insanın hayat tarlasından en verimli ürünleri almasına yardım eder. Değer verdiğiniz ve hürmet gösterdiğiniz insanlar, size aynı şekilde karşılık verirler.

 

Kirli bir suyu dahi kullanmak için arıtan insan; hürmet gösterme ve değer verme erdemiyle her insanı arıtabilir.

 

 

Yazan: Niyazi Fırat Eres

www.gencgelisim.com

 

Posted by on in Başarı Kültürü

“Vakit, hayattır!” Hasa el – Benna

“Zamana kusur buluruz, oysa zaman konuşacak olsa utanırız.” İmam Şafii

İnsanlar arasındaki tek fark, sahip oldukları zaman değildir. Çünkü herkesin 24 saati vardır. Fark, bu zamanın nasıl kullanıldığındadır.

Zaman, biriktirilemez, geri döndürülemez ve ödünç alınıp verilemez. Her ne kadar zaman soyut bir kavram olsa da, hayat akışımızda yaptıklarımız açısından ölçülebilir, fakat her zaman etkili değerlendirilip en iyi faydayı sağlayamadığımız bir kaynaktır.

Birçok insan zamanını bonkörce harcıyor ve maksimum faydayı elde edemiyor. Bunun sebepleri ise, yine insanın zaman konusundaki bilgisizliğine dayanıyor:

 

Zamanın kullanım şekli, kişinin denetimindedir. Zamanın kullanım şekli, zamanın verimliliğini etkiler. Zaman, insanın sahip olduğu en az şeydir. Çünkü kimsenin yarına garantisi yoktur. Boşa harcanan zamanlar bir araya geldiğinde eksik kalan tüm işler halledilir. Zaman, iyi bir strateji ile maksimum faydayı sağlar.

 

Yukarıdaki maddeler, zamanın görünmeyen yüzüdür. Bu yüzü görenlere ise zaman, onlara maksimum fayda sağlayıcı biçimde gülümser.

 

Zamanı maksimum fayda için kullanmak, meşgul görünmek değildir. Zamanı, amaçlarımızı gerçekleştirme yönünde faaliyetler yaparak değerlendirmektir.

 

Zamanın Maksimum Fayda İçin Kullanmanın Önemli Noktaları

 

Hedef belirlemek: Belirlenmiş bir hedefiniz yok ise; potasız, skor tabelası olmayan bir sahada ve süresiz olarak oynuyorsunuz demektir. Öncelikleri tespit etmek: Önceliklerinizi belirlemezseniz zaman sizin en büyük rakibiniz olacaktır. “Hayır” demek gerekiyorsa söylenmelidir: “Hayır” demek istediğinizde bunu sadece zihninizden söyleyip dudaklarınızdan “Evet” çıktığı oldu mu? Bu “Evet” size zaman kaybına ve sıkıntıya sebep olacaktır. Olumlu ve olumsuz yanları görmek: Her iki yönün de görülmesi, zamanı maksimum fayda için kullanmada itici bir etki yapacaktır. Kırıntıları temizlemek: Eksik, yarım kalmış, sürüncemede olan işler, kırıntıdır. Diğer yönleri olumsuz etkiler ve zaman kaybına sebep olurlar. Bunları temizleyip zamanın yolunu açmak gerekir. Zamanınızı çalan insanlardan arınmak: Birçok insan en değerli şeyinizi almak için her gün kapınızı çalar. Zamanınızı! Birçok insan, kendisine zaman kaybettiren insanlara karşı tepkisizken, para kaybettirene karşı tepkilidir. Zamanını maksimum fayda için kullanan insan, zaman hırsızlarına karşı tepkilidir. Karar verme sürecini hızlandırmak: Doğru ve hızlı kararlar, maksimum zaman kullanımına katkı sağlar. Görev dağılımı yapmak: Görev dağılımları, etkili bir ekip için maksimum fayda sağlar. Günlük plan yapmak: Plan, zaman üzerinde kontrol sağlar.

 

Bu önemli noktaları aktif hale getirmek, vaktinizi maksimum fayda için kullanmanızı sağlatacaktır.

 

Vaktini maksimum fayda için kullanan insan; yanlış işleri hızlı yapmayı değil, doğru işleri kısa sürede yapmayı amaçlar.

 

Kuran-ı Kerim’de Vakti Maksimum Fayda İçin Kullanmak

 

Vaktini maksimum fayda için kullanan insan, faydalı olmayan işleri terk eder. Kuran-ı Kerim’de Allah, vaktin geçmesini; bir devenin memesinden akan sütün yeniden devenin memesine döndürülmesindeki zorluğa işaret ederek bildirir. Kuran-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde, insanın ömrünün her saniyesinden hesaba çekileceği, bahşedilen hayatın nasıl kullanıldığının hesabının sorulacağı açıkça ifade edilmiştir. Al-i İmran Suresi 190. Ayette şöyle denir: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde, aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.” Vakit, Allah’ın bir nimetidir.

Söz konusu bu ilahi emir, insanın vaktini maksimum fayda için kullanması için temel taşları oluşturmakla birlikte, insan hayatının tanziminde ve değerlendirilmesinde büyük öneme sahiptir.

 

Hadis- Şeriflerde Vakti Maksimum Fayda İçin Kullanmak

 

Hz. Muhammed (sav), kıyamet günü insanın şu beş şeyden hesaba çekilmeden Allah’ın huzurundan ayrılamayacağını ifade etmiştir:

 

Ömrünü, ne yaparak tükettiğinden Gençliğini ne işe harcadığından Malını hangi yolla kazandığından Malını nerede harcadığından Öğrendiği ile ne ölçüde amel edip etmediğinden.

 

Akıllı ve tedbirli kişi, yarına ulaşamayacakları düşüncesi ile bulundukları anı maksimum fayda için değerlendiren, bunun için gayret gösteren insandır. Bütün ilim adamları da, günlük işlerin yarına bırakılmamasını tavsiye etmişler, yarının tembellerin günü olduğunu ifade etmişlerdir.

 

“Dünya üç gündür. Dün, bugün, yarın” Abdülkadir Geylani (hz)

 

Bir Hint Hükümdarı, zamanın âlimini yanına çağırır ve ondan insanlık tarihini araştırarak kendisine getirmesini ister. Âlim, araştırmasını on yılda tamamlayarak, bir deve yükü kitapla hükümdarın huzuruna çıkar. Hükümdar:” Ben bu kadar kitabı okuyamam, zira zamanım yok” diyerek âlimi azarlar. Âlim, bir yıllık çalışmanın sonunda, üç kitapla tekrar hükümdarın huzuruna çıkar. “Bunları da okuyacak zamanım yok” diye öfkelenerek âlimi bir kez daha azarlar. Hükümdarın yanından uzaklaşan âlim, eline bir kâğıt alarak, “Doğdular, yaşadılar, öldüler” diye yazdığı kâğıdı hükümdara uzatır. Daha sonra da: “Sizin ancak bunu okuyacak kadar zamanınız vardır” der.

Zamanını kullanmayı bilmeyen hükümdar, ömrünü önemsiz işlerde tüketir, ne kendisine ne de halkını mutlu eder.

Vaktin Maksimum Fayda İçin Kullanılmasını Engelleyen Unsurlar

 

Mükemmeliyetçilik: Mükemmeliyetçi bir insan, işler yolunda gitmediğinde panik içinde bir hayal kırıklığına uğrar. Erteleme: Ertelemek, tamamlanması ya da yapılması gereken bir işi yapmaktan kaçmaktır. Ertelenen her ne varsa, ertesi gün daha büyük sorunlarla karşınıza çıkar. Ertelenen her işi, diğer işleri de etkileyeceğinin unutulmaması gerekir. Aşırı kendine güven: Fazla kendine güven, bir boşvermişçilik davranışına dönüşebilir. Her şeyin kontrolü altında olduğuna inanan insan, vaktini olumsuzluklara boğar. Kendine güvensizlik ve yüksek kaygı: her insan zaman zaman performansından şüphe eder, yaptığı işlerden emin olamaz. Ancak bu durum, çok yoğun halde ise, kişiyi engelleyici bir hale gelir. Kendine güven duygusunu zedeler, kaygıları besler. Hafife almak: İşlerin hafife alınması, bu işlerin aksamasına ve zamanın verimliliğinin düşmesine sebep olur. Vaktin maksimum fayda için kullanılmasıyla ilgili önyargılar: Bazı insanlar zamanın maksimum kullanımı ilkesini reddebilirler. Ancak verimsizliklerinin asıl sebebinin bu olduğunun farkında bile değillerdir.

 

Vakit Nakittir

 

Evet, vakit nakittir. Çünkü zaman, insana verilmiş bir nakittir. Bazısı iyi değerlendiri, bazısı çarçur eder.

 

Bir su mu, bir kuş mu?

Nedir zaman, nedir?

İniş mi, yokuş mu?

Bir sese benziyor;

Arkanız hep zifir!

Bir sese benziyor:

Önünüz tüm kabir!

Zaman her yerde ve

Her şeyin içinde,

Zaman her yerde ve

Acem’de ve Çin’de

Kime kaçsam ondan;

Ha yakın, ha ırak?

Kime kaçsam ondan;

Ya sema, ya toprak

N. Fazıl Kısakürek

 

 

Vaktimizi Maksimum Fayda İçin Kullanırken Sağlığımızı da Korumayı İhmal Etmemeliyiz

 

Zamanın maksimum fayda için kullanılması, durup dinlenmeden çalışmak demek değildir. Hobilere ve egzersizlere de zaman ayırarak verimlilik desteklenmelidir. Zira bunlar, hem sağlığın hem de zamanın verimini artırır.

Vaktin maksimum fayda için kullanılması, kişinin serbest zamanlarını dahi aktif değerlendirmesini sağlar.

Serbest zaman kullanımının, vaktin maksimum fayda için kullanılmasında rolü büyüktür. Çünkü bu zaman diliminde yapılan çalışmalar, sağlığın ve verimliliğin belirleyicisidir.

 

Serbest Zamanlar ve Zaman Verimliliği

 

Akılcı bir başarı yolculuğuna çıkan insanlar, serbest zamanlarında girişimci çalışmalar yaparlar. Birçok insan ise, böyle bir zaman diliminden ve eyleminden haberdar dahi değildir.

Serbest zamanların önemini fark etmeyen kişiler, ya iş kolik derecesinde işe gömülür yaşam verimliliklerini ve zaman verimliliklerini yok ederler ya da bu zamanlarını hiçbir şey yapmadan geçirirler.

 

Serbest zamanlar, egzersizlerle, gezilerle, hobilerle vs. değerlendirildiğinde kişinin yaşam verimliliği artar ve vaktin maksimum faydalı olarak değerlendirilmesi için enerji ve motivasyon sağlar.

 

Vaktin Maksimum Fayda İçin Kullanılması Anı Yaşamakla Mümkündür

 

Zaman sermayesi, bir kartopu gibi hızla erir. Geçen bir an geri döndürülerek tekrar kullanılamaz.

Başarılı insan, tasavvufi bir yaklaşımla “An bu andır, dem bu demdir” sırrına ve gerçeğine göre hareket etmelidir.

Geçmiş, geçmiş; gelecek ise gelmemiştir. Tek gerçek, içinde bulunulan andır. Vaktin maksimum fayda için kullanılması, bu ana, bu gerçeğe vakıf olmakla mümkündür.

Yazan: Niyazi Fırat Eres

www.gencgelisim.com

 

Posted by on in Başarı Kültürü

“Hiç bir şeye cesaret etmeyen, hiç bir şeye ümit beslemesin.” Schiller

Winston Churchill şöyle söylemiştir: “Cesaret, haklı olarak erdemlerin en değerlisi olarak bilinir; çünkü diğer bütün erdemler ona dayanır.” Cesaret, gerçekten başarılı olan insanların başat gelen özelliğidir.

Bu bölümde aptalca bir cesaretten ve meydan okumalardan bahsetmeyeceğiz. Zira Honore de Balzac’ ın da dediği gibi “Aptallar cesur olurlar.” Burada gerçek cesaretten bahsedeceğiz.

Cesaret, başarının temelidir. Çünkü çoğu zaman cesaretsizliktir insanı başarılardan alı koyan.

 

Cesaret üzerine birçok düşünür ve devlet adamı anlamlı düşüncelerini sözlerle günümüze taşımışlardır:

 

“Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık da ölüme götürür.” Seneca

“Cesaret on kısımdır; biri korkmamak, dokuzu dikkat ve ihtiyattır.” Hz. Ali (r.a)

“Cesareti olmayan insan, keskin kenarı olmayan bıçağa benzer.” Benjamin Franklin

“Hiç bir şeye cesaret etmeyen, hiç bir şeye ümit beslemesin.” Schiller

 

Cesaret, birçok insanın arzuladığı, hatta birçok insanın kendisinde var olduğuna inandığı fakat hayata geçirmekte zorlandığı bir konudur.

Cesaret, bilinçsizce ileri atılmak, gözünü karartarak hareket etmek olmamalıdır. Cesaret, bir şeye karşı ilk adımın atılmasını, başlangıcını sağlar.

 

Cesaret, geleceğin somut olarak geçmişe göre yön almasına imkan verir.

 

Eski Yunan’da cesaretten söz edilirken simge olarak Achille gösterilirdi.

 

Başarılı bir insan ya da başarı kazanmak isteyen kişi, cesareti oranında bütünlüğünü de korur. Sorunlar karşısında bölünmeden mücadele etmesini kolaylaştırır.

 

Cesaretin hayal âlemiyle gerçek arasında iletişim sağlayan bir kapı olduğunu unutmamalıyız. Harekete geçmek, gerçeği görmemizi sağlar.

 

Cesaret ve Akılcılık

 

“Cesaret, tehlike karşısında akıl ve zekânın kullanılmasıdır.” Eflatun

 

Kişi ancak akılcı bir cesaretle başarıya ulaşabilir. Macera ruhuyla hareket eden, cahilce cesaret gösteren insanlar, ilk bakışta diğer insanlarda hayranlık uyandırsalar da bu davranışlar kişi için hiç de iyi sonuçlanmaz.

Kişinin bütün davranışlarında görülen akıl, sergilediği cesaret örneklerinde mutlaka kendini gösterir. Akılcı kişinin ortaya koyduğu cesaret, körü körüne ve duygusal bir davranış değildir. Zaman zaman risk altına da girer, fakat bunlar hiçbir zaman ani bir duygusallığın güdümünde ve düşüncesizce yapılan hareketler olarak ortaya çıkmaz.

Başarılı kişinin cesaretinin temelinde akıl vardır. Bu insanların, diğer insanlardan “cesur” payesi almak gibi bir amaçları yoktur.

 

Cesaret ve Yetenek

 

“Bu dünyada, yetenekli olmayan pek çok kişi, küçük bir cesaret sahibi olmadıkları için silinip gitmişlerdir.” Sydney Smith

 

Birçok insan, birçok yetenek ve özelliklerle yaratılmıştır. Fakat bu insanların çoğu; yeteneklerini cesaretsizliklerinden dolayı, meydan okumaya korktuklarından dolayı kullanamayarak hayattan beklentilerini elde edememişlerdir. Bu insanlar bu sonucu cesaretsizliklerine değil, şansa bağlayarak büyük bir gerçeği görmezden gelirler, kendilerini kandırırlar. Üstelik bunun farkında bile değillerdir.

Bu görmezden gelinen gerçek şudur: Cesareti yoksa hayat insana hiçbir şey vermez, çünkü hayat, verdiği her şeyi sadece tek bir şeyle tahsil eder; cesaretle.

 

Cesaret ve Korku

 

“Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık da ölüme götürür.” Seneca

 

Cesaret, salt anlamda korkmamak değildir. Korkunun kontrol altına alınması ve üzerimizde olumsuz etkiler yapmasına izin vermeyerek eyleme geçme isteğimizi devam ettirmektir. Örneğin; cesaret, trafiğin hızlı aktığı bir otoyolda ters yönde gitmek değildir.

 

Gerçek cesaret sahipleri de korkuya sahiptir. Fakat bu insanlar; korkularına galip gelenler ve onların, kendilerini yönetmelerine izin vermeyerek onların efendisi olurlar. Böylece, cesaretleri kabadayılıktan ve dengesiz ataklardan arındırılır.

Kontrol altına alınmış korku, kişinin cesaretini ortaya koyması için engel olmaktan çıkar.

 

Konumu ne olursa olsun, korkunun kölesi olmak, bir insanın en kötü özelliğidir. Korkunun kölesi olan insan; merhamet, af, adalet gibi erdemli davranışları dahi yerine getiremez. Bunları ortaya koymakta da cesaretsizlik ve cimrilik gösterir.

 

Cesaret ve Meydan Okuma

 

Cesaretle yaşamak, gerektiğinde meydan okumamızı sağlar. Cesaret, insana daha iyi ve kaliteli yaşamın kapılarını açar. Çünkü cesaretimizi kullanmamız gereken yerde bunu kullanmamak; bizi, pişmanlıkların, kaygıların gölgesinde bir hayatın içine sürükler. Cesaret, hayatımıza güç katar. Verdiğimiz her kararda her davranışta, cesaretimizin payı büyüktür.

 

Kişi, cesareti ölçüsünde meydan okur ya da boyun eğer. Hayatta öyle anlar olur ki, cesaretimizi ortaya koyup meydan okumamak bize çok şeye mal olur.

 

Cesaret, sadece savaş meydanlarında rakibe meydan okuyarak kahramanlık ve zaferlere ulaşmak için değil, hayatın her anında, bizi ilgilendiren her konuda isteklerimize ulaşmamız için gerekli olan ahlak kökenli bir erdemdir.

 

Gerektiğinde meydan okumazsanız sadece başarıların ve zaferlerin gölgesini görürsünüz. Meydan okuma davranışı, bir özgüveni, rakibe gözdağı vermeyi temsil eder. Bu davranış aynı zamanda içinde bir stratejiyi barındırır. Stratejisiz, plansız, amaçsız bir meydan okuma; Cervantes’in roman kahramanı Don Kişot’un yel değirmenlerine saldırması misali olmaktan öteye gidemez.

 

Meydan okuma, ortaya çıkan her türlü duruma göre bir güdülenme sonucunda oluşur. Bunun olması için, zor bir durumla karşılaşılması gerekir.

 

İlerlemeye cesaret etmeliyiz, meydan okumamamız gereken yerde başımız dik olarak meydan okumalıyız. Her konuda girişken olmaya özen göstermeliyiz.

Unutmayın! Meydan okuma cesaretin, cesaret ise erdemin göstergelerindendir.

 

Yazan: Niyazi Fırat Eres

www.gencgelisim.com

 

Posted by on in Egitim

Güzel ve etkili konuşmayı çoğunlukla eksik tanımlar ve anlarız. Güzel konuşma bir spikerin, bir tiyatro sanatçısının, kendisine verilen metni veya düşünceyi tonlama, vurgu ve benzeri kurallara bağlı kalarak canlandırması şeklinde sanılmaktadır. Oysa bu güzel ve etkili konuşmanın yalnızca bir yönünü oluşturmaktadır. Sadece kulağa hoş gelen duygu ve dileklerin dışa vurumu konuşmanın tamamı değil yalnızca bir bölümüdür.

Güzel konuşma bir kimsenin başkaları karşısında, önceden planlanmamış bile olsa duygu, dilek ve düşüncelerini etkili bir biçimde anlatma becerisidir. Bu yüzden güzel konuşma tıpkı okumada olduğu gibi, beyinden başlayarak vücudumuzdaki birçok organın birbiri ile uyum içinde çalışması ile oluşan bir yetenek, alışkanlık, beceri ve sanat olarak tanımlanabilir.

Bu işin sırrı nedir?

Öyle insanlar vardır ki; onlar konuştukları zaman soluduğunuz havanın bile onların sayesinde olduğunu zannedersiniz. Yani; konuşmaları öylesine etkilidir ki, bulundukları her ortamda, kısa bir sürede insanları etraflarında halka yapmayı başarırlar ve çevreleri üzerinde kıskanılacak bir etkileri vardır.
Konuya başka bir açıdan bakacak olursak, bildiğiniz gibi iş görüşmelerinde işveren personelini işe almadan evvel bir mülakattan geçirir. Burada amacı sınırlı bir sürede karşısındakini maksimum ölçüde tanımaya çalışmaktır. Bu görüşmelerin sonunda bazen bir bakarsınız sizden çok daha az özelliklere sahip birisine, o çok istediğiniz işi, kaptırıvermişsiniz, hatta bazen hoşlandığınız kişiye bile...
"Bu işin sırrı nedir?" diyecek olursanız bu cevap son derece açık; güzel konuşmayı becerebilmek...
Çünkü konuşmak yalnızca düz bir iletişim aracı değildir. Kişinin tüm duyguları yanı sıra tüm düşüncelerini de çevresine ulaştırabildiği en etkin yoldur.

İlgiyi dağıtmadan...

Güzel konuşmak için Psikolog Jack Marrison Pollack'a kulak verelim:
Birçoğumuz, ne söyleyeceğimizi düşünmekten, başkalarının söylediklerini doğru dürüst dinlemeyiz. Eğer siz onları dikkatle dinlerseniz, onlar da sizi, ilgiyle dinler. Karşınızdakine yetenekli olduğu konuda konuşma imkanı verirseniz, sıkıntılı bir sessizliği önlersiniz ve çoğunlukla karşınızdaki, anlattıklarına o denli dalar ki, iki insanın konuşmasına en çok engel olabilecek olan sıkılganlığı, unutmuş olur.
Konuşurken, en küçük ve gereksiz; hiçbir noktayı atlamadan anlatırsanız, karşınızdaki kişi, siz daha ana konuya gelinceye kadar sıkıntıdan patlar ve ilgisi dağılır. Konuşmaya, başlamadan durup, önce aklınızda kelimeleri seçin. Bir konudan ötekine atlamayın. Konuşurken, konuştuğunuz kişinin yüzüne bakın, mırıldanmayın.
Bir sorunun akıllıca sorulmasıyla, karşınızdaki kişinin "açılmasına" sebep olursunuz. "İşler nasıl?" ya da "ne haber?" gibi sorular gereksizdir. Fakat, "işe nasıl başladınız?" veya "sizce nasıl" gibi sorular karşınızdaki kişiyi konuşturur ve sizin de gerekenden fazla konuşmanızı önler. Çoğu kez, ne konuştuğunuz değil de, nasıl konuştuğunuz önemlidir. Dostça bir tartışma konuşmayı zenginleştirir, fakat sertçe sarf edilen bir söz, iki tarafın da hırsa kapılıp, birbirlerinden uzaklaşmalarına sebep olur. Eğer biri konuşurken konuşmaya girmeniz gerekirse, konuşmayı keserken yumuşak bir cümle kullanmanız gerekir. Çoğu kez bizi sinirlendiren ve rahatsız eden kişilerle konuşmak zorunda kalırız. Böyle durumlarda konuşulan konu ile ilgilenmeye çaba harcayın. Birini haklı olarak övmek onun ilgisini kazanmak olur. İnsanlara kompliman yapmayı öğrendiğiniz an, sohbetiniz de daha zenginleşir.

Nelere dikkat etmeli?

Sözlü anlatımda konuşmacının önünde geniş bir zaman, tekrar tekrar okuma ve düzeltme imkânı yoktur. Bu sebeple usulüne uygun etkili ve güzel bir konuşma yapmak, aynı konu hakkında yazı yazmaktan daha zordur. Güzel yazı yazan biri aynı derecede iyi bir konuşmacı olmayabilir.
Güzel ve etkili konuşmak her ne kadar kolay bir iş olmasa da yukarıda sıralanan konuşma yanlışlarından sakınmakla, bu konuyla ilgili kaynakları ve örnekleri incelemekle, biraz çaba ve dikkatle en azından öncekilerden daha iyi ve başarılı bir konuşma yapmak mümkündür. Konuşma eyleminin gerçekleştiği bir ortamda konuşmacı veya dinleyici olarak bulunuyorsanız aşağıdaki hususlara da dikkat etmelisiniz.

-Muhatabınıza önem verin, saygılı olun ve övünmeyin. Bu aynı zamanda kişinin kendisine olan saygısının da gereğidir. Siz muhatabınıza saygı göstermezseniz o da size saygı göstermeyecektir.

-Samimî olun ve yapmacıklıktan sakının. Sözlerinizin ve tavırlarınızın birbirini desteklemesi inandırıcılığınızı artıracaktır. Söylediklerinize öncelikle sizin inandığınız her hâlinizden belli olmalıdır.

-Yere, zamana, duruma, muhataba uygun bir konu seçin ve boş konuşmayın. Düşündüklerinizin hepsini söylemeyin fakat söylediklerinizi düşünüp söyleyiniz. Söyleyecek sözünüz olmadığı zaman susmasını biliniz. Sözü gereksiz yere uzatmayınız.

-Çevrenizdekilere sık sık nasihat vermeye kalkışmayın. Sizin düşünceniz sorulursa usulüne uygun olarak karşılık verin.

-Konuşurken kelime seçimine, bunları doğru söylemeye ve üslûbunuza özen gösteriniz. Söz varlığınızı genişletmeye çalışın. Sınırlı bir dille, tekrarlanan kelimelerle konuşmayın.

-Mümkün olduğu kadar sağlam cümleler kurmaya çalışın. Uzun cümlelere hâkim olamıyorsanız kısa cümleleri tercih edin.

-Sesin insanın kişiliğini yansıtan önemli bir unsur olduğunu unutmayınız. Dalgınlık, yorgunluk, hastalık, korkaklık, zayıflık, çekingenlik, kendini beğenmişlik gibi nitelikleri konuşmaya yansıtmamaya özen gösterin.

-Sesinizin tonunu duygu ve düşüncenizin özelliğine göre ayarlayın. Tek düze ses tonuyla konuşmayınız, gerektiği yerde ses tonunuzu değiştirin. Vurgulara dikkat edin.

-Konuşmada jest ve mimiklerden aşırılığa kaçmadan, gerektiği ölçüde söz ve düşüncenin ahengine uygun olarak yararlanın.

-Bir sunuş konuşması yapmanız gerektiği zaman (konuyu ne kadar iyi bilirseniz bilin) mutlaka hazırlık yapın.

-Dinleyicilerinizle göz irtibatını kesmeyin. Konuşma sırasında bir noktaya, bir yere veya bir kişiye değil, dinleyicilerinizin hepsine ve her tarafa bakarak konuşun.

 

Yazan : Betül Altınbaşak

Posted by on in Egitim

Büyük İskender, M.Ö. 356 yılında Makedonya'nın Pella şehrinde dünyaya geldi. M.Ö. 13 Haziran 323’te Babil’de öldü. Makedonya kralı II. Filip’in oğlu… Aristo'dan ders aldı. Babasının öldürülmesi üzerine 20 yaşındayken tahta çıktı.

M.Ö.334 yılında ülkede durumunu iyice sağlamlaştırınca Asya Seferi’ne çıktı. Boğazları geçerek Anadolu’ya girdi, Yunan şehirlerini Persler’den kurtardı. Suriye ile Fenike üzerinden geçerek Mısır'a indi. İskenderiye şehrini kurdu. İran'da Pers Kralı III. Darius'u yenilgiye uğrattı. Sonra Hindistan’a girerek fillerle desteklenen Hint ordusunu yenilgiye uğrattı. Askerlerinin isyan ederek daha ileri gitmek istememeleri üzerine Makedonya’ya dönmek üzere yola çıktı. Babil’e geldiğinde rahatsızlandı ve burada öldü.

 



BÜYÜK İSKENDER: TÜM ASYA’YI ALDIĞIMIZDA, O ZAMAN, TUTKULARIMIZIN ZİRVESİNE ÇIKACAĞIZ!

Büyük İskender, 13 yaşından itibaren savaş eğitimi almaya başlamıştı. Makedonya tahtına geçince bütün dünyayı hâkimiyeti altına almak için Asya Seferine çıktı. Sadece “fethetmek için yaratıldığını” ileri süren Büyük İskender, Asya Seferi öncesi, komutanlarına hitâben şu konuşmayı yapmıştır:

“Beyler! Görüyorum ki sizi yeni bir maceraya sürüklediğimde, beni eskiden sahip olduğunuz o ruh hali ile takip etmiyorsunuz. Sizinle bir karara varalım diye toplanmamızı istedim. Benim kararıma uyup ilerleyecek miyiz, yoksa sizinkine kulak verip geri mi döneceğiz? Şu ana kadar gösterdiğiniz çabalarla ilgili ya da komutanınız olarak benim hakkımda şikâyetleriniz varsa, söyleyecek bir şeyim yok.

Ama size hatırlatmak islerim ki cesâretiniz ve kararlılığı­nızla İyonya’yı, Hellespont’u (Çanakkale Boğazı), Frigya’yı, Kapadokya’yı, Paflagonya’yı, Lidya’yı, Karya’yı, Likya’yı, Pamfilya’yı. Finike’yi ve Mısır’ı, Libya’nın Yunan kısmını ele geçirdiniz. Ve yine Arabistan’ın büyük bir bölümünü, Suri­ye’yi, Mezopotamya’yı, Babil’i ve Susa’yı; Pers diyarını ve Medya’yı, daha önce onlar tarafından kontrol edilen ya da edilmeyen tüm toprakları ele geçirdiniz. Hazar kapılarının ardındaki toprakların, Kafkasların, Tanais’in, Hyrcanian’ın (Hazar ve Hazar Denizi’nin) efendileri oldunuz; İskitleri çö­le sürdük, İnduslar ve Hydaspes (Hindistan’da bir bölge), Acesines ve Hydraotes (Pakistan'da bir bölge), önümüzde artık bizim topraklarımız olarak uzanıyorlar.

Tüm bunları başarmışken gücünüzü, Makedonya’nın gü­cünü, Hyphasis’e (Hindistan’daki Beas Nehri) ve diğer ta­raftaki kavimlere kadar genişletmekte neden tereddüt edi­yorsunuz? Geride kalmış birkaç yerlinin bize karşı çıkacağın­dan mı korkuyorsunuz? Gelin, gelin! Bu adamlar ya tek bir fiske vurmadan teslim olurlar ya kaçarken yakalanırlar ya da ülkelerini savunamazlar ve ülke­lerini aldığımızda, onu bize kendi iradeleri ile katılanlara ve yanımızda savaşanlara hediye ederiz.

Adam gibi adam olan biri için iş, benim inancıma göre, asil sonuçlara varmak için yapılır; işin kendisinden başka bir hedefi yoktur. Buna rağmen, aranızdan bu seferimizin son durağını bilmek isteyenler çıkabilir. O halde biliniz ki, bura­dan Ganj’a ve Hint Okyanusu’na kadar uzanan yol, hedefi­mizin bütüne kıyasla oldukça küçüktür.

Hiç şüphe yok ki, okyanuslar dünyayı çepeçevre sardığı için, bu okyanusun Hyrcanian ile (Hazar Denizi ile) bağlan­tılı olduğunu göreceksiniz. Daha da ötesi arkadaşlarım, size, Hint ve Basra Körfezleri’nin ve Hyrcanian’ın (Hazar Denizi’nin) birbiriyle bağlantılı olduğunu ispatlayacağım. Gemi­lerimiz, Basra Körfezi’nden Libya’ya yelken açacak, Lib­ya’dan doğuya doğru uzanan topraklar bizim olacak, tıpkı Asya’nın tamamı gibi. İmparatorluğumuzun sınırları, Tanrı’nın dünyaya koyduğu sınırlardan başka bir şey olmayacak.

Ama şimdi geri dönerseniz, Beas Irmağı ile Hint Okyanu­su ve kuzeyde Hyrcanian (Hazar Denizi) ile İskit diyarları ara­sında, savaşa meyilli birçok insan, boyun eğdirilmemiş olarak kalacak. Şimdi geri çekilirsek, henüz güvenlik altına almadı­ğımız topraklar, henüz bize boyun eğmeyen kavimlerin başla­tacağı bir başkaldırının parçası olabilir. Eğer bu gerçekleşirse, bu zamana kadar yaptıklarımız ve çektiğimiz sıkıntılar boşa gitmiş olacak ya da tüm yaptıklarımızı tekrar yapmak zorun­da kalacağız!

Makedonya’nın efendileri! Sizler, arkadaşlarım, yoldaşla­rım, bu böyle olmamalı. Sıkı durun; zorluk ve tehlikenin, za­ferin ve aynı zamanda mezarların ötesinde, kazanacağınız ölümsüzlüğün bedeli olduğunu biliyorsunuz.

Atam Herakles’in, Tiryns ve Argos’tan (Mora Yarımadası’ndaki antik kentler) ve Peleponnese’den (Mora Yarıma­dası) hatta ya da Tebes’ten (İran’da bir bölge) ötelere gitme­se, kendisini insandan adeta yarı tanrıya dönüştüren o zafer­leri kazanamayacağının farkında değil misiniz?

 

Hatta aslında bir Tanrı olan Dionysus bile bizim karşılaş­tığımız zorluklarla karşılaşmamışken, biz ondan daha fazlası­nı yaptık: Nysa’nın (Bugünkü Aydın ili sınırları içerisinde bir bölge) ötesine geçtik ve Herakles’in alamadığı Avernus’u (Bugünkü Napoli yakınlarında bir bölge) aldık.

O halde gelin, Asya’nın kalanını da, halen sahip olduğu­nuz topraklara katalım, fetihlerinize küçük bir ek daha yapa­lım! Eğer bu yaptıklarımızın yeterli olduğunu düşünüp Ma­kedonya’da refah içinde yaşasak, sadece evlerimizi korusak, Trakyalıların, Tribalyalıların ve hatta rahatımızı kaçıran Yu­nanların sınırlarımıza yaptığı tecavüzleri engellemenin haricinde bir şeye bulaşmasak, çok görkemli ve asil bir iş mi yap­mış olurduk?

Eğer komutanınız olarak sizinle bu yorucu ve tehlikeli se­ferlere katılmamış olsam, cesaretinizi ilk kaybedenler oldu­ğunuz için sizi suçlayamazdım. Sadece başkalarının bu işin meyvelerini yemesi için bu kadar sıkıntıya katlanmış olsa­nız, bu yılgınlığınız doğal olabilirdi. Ama böyle olmadı.

Beyler! Siz ve ben, yükü ve tehlikeyi paylaştık. Ve tabii ki ödülleri de. Fethedilmiş topraklar size ait, hazineleri ve gelirleri sizin ellerinize akıyor. Ve tüm Asya’yı aldığımızda, o zaman, tutkularımızın zirvesine çıkacağız, sınırsız zenginlik ve güce duyduğunuz açlık tatmin olacak. İşte o zaman kim eve dönmek isterse, dönmekte serbest olacak... Benle ya da bensiz... İşte o zaman ben, benimle kalanların, gidenleri kıs­kanmasını kendim sağlayacağım.” (Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Konuşmalar, Timaş Yayınları, İstanbul 2005. 21-24 ss.)

Mehmet Bicik

www.gencgelisim.com

Ne Söylediğiniz Değil Nasıl Söylediğiniz Önemlidir!

Albert Mehrabian, beden, ses ve sözcüklerin iletişimi ne kadar etkilediğini belirlemek için yaptığı bir araştırmada;

Bedenin % 55,

Sesin % 38,

Sözcüklerin ise % 7 oranında, karşıdaki kişiye aktardığımız mesajlarda etkili olduğu sonucuna varmıştır.

Bu gün kültürler arasındaki farkı da göz önüne alırsak ve rakamları genellersek:

Beden : % 60

Ses : %30

Söz : % 10

 

Gibi bir sonuçta, beden dili uzmanlarıyla ortak bir karara varabiliriz.

Yukarıdaki sonuçları ele aldığımızda ortaya şu çıkıyor:

“ Ne söylediğimiz değil, nasıl söylediğimiz önemlidir.”

Karşımızdaki kişi ya da kişilere asıl etkiyi sözden ziyade, söyleyiş biçimimiz ve vücudumuzu kullanış şeklimiz verir.

Sözsüz iletişimin günlük hayatımızda bu derece pay sahibi olduğu bir dönemde, özellikle tüm tavır ve davranışları, giyim kuşamı model olarak alınan öğretmenlerimizin, bu konu üzerine önemli ölçüde eğilmeleri gerekmektedir.

Çünkü ; “Öğretmen, doğumundan ölümüne kadar bütün bir hayat boyu, hayatı şekillendiren kudsi üstaddır. Milletine, kader programında rehberlik yapıp, ahlak ve karakterini yücelten ve ona ebediyet şuurunu aşılayan, yerde melek soluklarının mihraklaştığı üstün varlıktır.”(***)

“Öğretmenin elinde madenler saflaşır, som altına ve pırıl pırıl gümüşe inkılab eder. O esrarlı elde en ham ve değersiz şeyler, bîhemta elmaslar haline gelir. Hiçbir fabrika onun kadar seri ve onun kadar sistematik olarak iş göremez. Karşısına aldığı yüzlerce insana, bir anda bütün duygu tayflarını intikal ettirmek ve onların varlıkları içinde ikinci bir varlık haline gelmek, öğretmenden başka kimseye müyesser olmamıştır.”(***)

Öğrencinin kimliğini kazanmasında, eğitim ve öğretim hizmetlerinin niteliğinin belirlenmesinde öğretmen davranışları çok önemli bir role sahiptir.

Öğrenci öğretmeni modellemektedir. Yani öğrencide oluşan davranışlar, öğretmen davranışlarının bir yansımasıdır. ( Konuyu daha geniş ele alırsak, çocuğun ilk öğretmenleri olan ve doğumundan itibaren her an yanında olan anne-babaların davranışlarının bir yansıması)

Eğitilmiş kişilerin nitelikleri, kendilerini eğiten kişilerin nitelikleri ile özdeş sayılabilmektedir.

Sınıf içerisinde ya da dışında, öğrenciyle girdiği iletişimde anlattığı konuyu ve söylediği sözcükleri daha da anlamlı kılmaya çalışan öğretmen, sözsüz iletişimin varlığını kabullenmeli, sözsüz iletişimi kullanmasını iyi öğrenmeli ve sözsüz iletişimin gücünden mutlaka faydalanmalıdır.

Aksi takdirde sadece sözle bildiklerini aktarmaya çalışırsa, kısır bir döngünün içerisinde boğuştuğunun farkına işi işten geçtikten sonra varacaktır.

Yarın sınıftan içeri girerken, öğrencilerinize onları gerçekten önemsediğinizi ve çok sevdiğinizi söyleyin. Sınıfa doğru dönün ve sesinize tatlı bir ton vererek, “Siz gerçekten çok önemlisiniz.” deyin. Sonra yüzünüzde korkunç bir ifadeyle homurdanarak ve yumruklarınızı sallayarak arkanızı dönün ve çocuklardan uzaklaşın. Eğer sözcükler hareketlerden daha önemliyse, öğrencilerin yüzlerinde bir gülümseme olacak ve dersinizi dinlemek için can atacaklar. Ama hareketleriniz (vücut diliniz) sözcüklerden daha önemliyse ve öğrenciler üzerinde daha büyük bir etki bırakmışsa- ki öyledir- muhtemelen öğrencilerin morali bozulacak, yüzleri asılacak ve dersinizin bir an önce bitmesi için dua etmeye başlayacaklardır.

Çoğu zaman insanların duygularını anlamak çok zordur. Kendilerine soramazsınız, çünkü ne hissettiklerini çoğunlukla söylemek istemezler. Bu sanki bir sırdır…

Sır olamadığı dönmelerde de söyleyemedikleri zamanlar mutlaka olur, çünkü insanoğlu farklı bir fıtratta yaratıldığı için, çoğu zaman ne hissettiklerini kendileri de bilmezler. Bu kişilerin kafalarının içine girip ne hissettiklerini öğrenemeyeceğimize göre, yüz ifadelerine ve bedeninin verdiği mesajlara bakarak, o anda nasıl bir duygu içinde olduklarını anlamaya çalışırız.

Her öğretmenin en büyük isteği, anlattığı dersin hemen her öğrenci tarafından anlaşılması ve öğrenilmesidir. Rosenfeld tarafından yapılan bir araştırmaya göre, derse hazırlıklı gelen öğretmenlerin yüz ifadeleri, konuşmadaki etkinlikleri, gülümseme biçimleri, jest ve mimikleri gibi davranışlarının derse hazırlıksız gelen öğretmenlerin aynı davranışlarına oranla yaklaşık iki kat daha etkili olduğu tespit edilmiştir.

“Başkan Franklin Roosevelt de, sözsüz iletişimle özellikle ilgilenirdi. Bir akşam sıkıcı bir kabul töreni sırasında biraz eğlenmeye karar verir. Her konuk önüne gelip, “İyi akşamlar Sayın Başkan, nasılsınız efendim? “ dediğinde, hoş bir gülümseme ile sıcak bir şekilde, “ İyiyim, teşekkür ederim. Az önce kaynanamı öldürdüm .” der. Kabul sırasında tek bir kişi bile bu söze tepki göstermez. Hatta bunu işittikleri bile şüphelidir.” (Cooper, Sözsüz İletişim, s.22)

Öğretmenler, okulda koridorda ya da bahçede gezerken bunu denerseniz, dikkatli bir iki öğrenci mutlaka çıkacaktır. Lakin öğrencilerin büyük bir kısmı kendilerine gülümsediğiniz için, ne derseniz deyin, mutlu olacaklardır.

 

Mahmut Açıl

mahmutacil@hotmail.com

Posted by on in Egitim

Konuşmak aslında medeniyetlerin temelini oluşturur; okumak ise bu medeniyetlerin çakıl taşlarıdır. Okumadan iyi bir konuşma yapılamaz. Birçok zaferin gerisinde güzel konuşma ve güzel konuşmadan doğan güzel sözlerin etkili cereyanı yatar. Nasıl ki, medeniyetlerin kurulması insanlar arası ilişkilerden doğar, bu ilişkilerin tohumları "Hitabet" in büyülü havasında neş'ü neva bulur.  
İdari mekanizmalarda başı tutan insanlara baktığımızda onların etkileyici konuşmaya sahip oldukları görülür. Bu özellileri onları fraklı kılmıştır. Çünkü insanlar arasında gür ve isabetli konuşmak, savaş alanındaki kılıç kalkan sesleri gibidir; kimin kılıç kalkan sesi daha gür ve daha isabetli ise zafer onundur. En başarılı işadamları, en başarılı toplum temsilcileri, en başarılı grup ve topluluk amirleri, müdürleri en iyi hitabete sahip olanlar arasından çıkmıştır. İyi bir hatip, aynı zamanda karşısındaki dinleyicilerin hareket ve yüz mimiklerinden onların tahlililerini yapabilendir; bu yeteneği ona kazandıran da yine hitabet sanatıdır.

 

SELAHADDİN KOCAASLAN
selahaddinkocaaslan@hotmail.com

 

Konuşmak aslında medeniyetlerin temelini oluşturur; okumak ise bu medeniyetlerin çakıl taşlarıdır. Okumadan iyi bir konuşma yapılamaz. Birçok zaferin gerisinde güzel konuşma ve güzel konuşmadan doğan güzel sözlerin etkili cereyanı yatar. Nasıl ki, medeniyetlerin kurulması insanlar arası ilişkilerden doğar, bu ilişkilerin tohumları "Hitabet" in büyülü havasında neş'ü neva bulur. 
İdari mekanizmalarda başı tutan insanlara baktığımızda onların etkileyici konuşmaya sahip oldukları görülür. Bu özellileri onları fraklı kılmıştır. Çünkü insanlar arasında gür ve isabetli konuşmak, savaş alanındaki kılıç kalkan sesleri gibidir; kimin kılıç kalkan sesi daha gür ve daha isabetli ise zafer onundur. En başarılı işadamları, en başarılı toplum temsilcileri, en başarılı grup ve topluluk amirleri, müdürleri en iyi hitabete sahip olanlar arasından çıkmıştır. İyi bir hatip, aynı zamanda karşısındaki dinleyicilerin hareket ve yüz mimiklerinden onların tahlililerini yapabilendir; bu yeteneği ona kazandıran da yine hitabet sanatıdır.
Hitabet sanatının mükemmel bir şekilde eski çağlardan beri uygulandığı iki merkez vardır: birincisi Arabistan, ikincisi ise Yunanistan-Roma'dır. Bugün hâlâ camilerde kürsüden muhteşem hitabet örnekleri sergileyen insanlar vardır; aynı şekilde Roma ve Yunanistan'da ve onun uzantısı medeniyetlerde, (örneğin Londra'daki Hyde Park) mükemmel konferanslar, mükemmel hitabet toplantıları olmaktadır. Amerika'da da bu işin uzmanı insanlar yetişmiştir. İşte biz, kitabımızda böylesi muhteşem hitabetleri ve meydan konuşmalarını da örnek olarak aldık. Okuyacağınız bu meydan konuşmaları hiçbir yerde duymadığınız, okumadığınız meydan konuşlarıdır. Örneğin Avrupa'nın birçok kentinde hatta kasabasında halkı ilgilendiren konularda etkileyici konuşmalar yapılır, maksat bireyleri etkileyerek onların görevlerinde şevkli olmalarını sağlamaktır. Kitapta bu türden konuşmalarda yer almaktadır. Din adımından tutun da bilim adamına, politikacısından tutun da filozofa, peygambere kadar güzel ve etkileyici konuşmaları okuyacaksınız. Dünyanın en tanınmış devlet adamlarının başka hiçbir yerde okuyamayacağınız meydan konuşmaları, en ünlü müzisyenlerin, ressamların, yazarların, gezginlerin, dehşet veren, dünyayı sarsan konuşmaları, mektupları ve vasiyetleri görülmemiş ve duyulmamış haliyle yine bu kitapta.
Dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde hatipsiz yemek toplantıları düşünülemez. Öyle görünüyor ki hitabet sanatı geleceğin meslekleri arasına girecek. Tüm partiler, tüm dernekler, tüm yardım kuruluşları ve sivil örgütler belki de kendilerine ücretli hatipler tutacaktır. İşte size bir örnek: Profesör Philip Kotler bir konuşma için 20 Ekim 2000 tarihinde İstanbul'a gelmişti. Bir saatliğinde aldığı ücret tam 200.000 dolardı. Aynı şekilde Dale Carnegie'in hitabet kurslarına katılanların sayısı 700 bini geçmiştir. Carnegie milyonlarca dolar kazanmıştır.
Bernard Shaw, dünyanın en güçlü hatiplerindendi. Thomas Edison onu, İngiltere'de açtığı şirketinin başına propagandacı olarak alıp, yüz binlerce dolar ödemiştir. Shaw, hitabet için şunları söylüyor:
"Hitabet, bilinmeyen esrarengiz yerlerden dev rüzgarların sürüklediği büyü bulutlarıdır. Her kim ki bu bulutların altına durur, etkilenmemesi mümkün değil."
Kendi hatipliği için de George Bernard Shaw şöyle konuşuyor:
"Ben konuşmayı, buzda kaymayı ve bisiklet kullanmayı öğrenmeye çalışan bir çocuğun her düşüşünün, arkadaşlarının kendisiyle alay etmesine vesile olması gibi kendime güldüre güldüre öğrendim."
Siz de belki dünyanın en büyük hatibi olmayabilirsiniz; ama bulunduğunuz yerin en iyi hatibi olabilirsiniz. Tıpkı aşağıdaki fıkrada olduğu gibi:
Boylu poslu, adaleli, güçlü kuvvetli bir adama hayranlıkla bakan kısa boylu, sıska genç şöyle der: "Ben de sizin gibi böyle boylu poslu, adaleli olsaydım, ağır sıklet şampiyonu olurdum."
Adam da şunları söyler:
"Peki ama, seni hafif sıklet şampiyonu olmaktan alıkoyan ne?”
O zaman buyurun hafif sıklet şampiyonluğuna…   Kendinize çok mu güveniyorsunuz, bu kitapta sizi ağır sıklet şampiyonluğu da bekliyor.


HİTABETE İLK ADIM
"Bir fıçının çatlak olup olmadığı nasıl çıkardığı sesten anlaşılırsa, insanların da akıllı mı yoksa ahmak mı oldukları ağızlarından çıkan kelimelerle anlaşılır." diyen dünyanın gelmiş geçmiş en büyük hatiplerinden olan Demosten bir kekemeydi. O, bırakınız hatipliği, normal konuşabileceğine dahi inanmıyordu. Fakat ağzına aldığı birkaç taşla haftalarca alıştırma yaptı. Önce hitabetin inceliklerini öğrendi. Sonra uygulamaya koyuldu. Sırf hitabetten kazandığı paranın haddi hesabı olmadı.
Siz de eğer "Konuşmayı dahi beceremiyorum." diyorsanız, hitabet tam size göre bir iş. Yeter ki biraz sabırlı olun.
Asırlar önce hitabet sanatı üzerine yazılar yazanların isimlerine baktığımızda Sokrates, Plato, Aristo gibi ünlüleri görürüz.
Bir zamanlar batı ve doğu kültürlerinde en çok para kazananlar ve itibar görenler hatiplerdi. Romalı Kuintilyan, tarihçi Tasitis, Fançis Bacon, Arap yarımadasında Fenelope, İslam tarihinde Hz. Ali, Napolyon, Abraham Lincoln, Benjamin Franklin, Atatürk, Churchill gibi kimi yazar ve kimi devlet adamları başarılarını güçlü hatipliklerine borçludurlar.
Örneğin Hz. Ali'nin Iraklılar'a yaptığı konuşma onlara cesaret vermiştir, Abraham Lincoln'ün Kuzey-Güney savaşlarında yaptığı meydan konuşmaları savaşın kaderini etkilemiştir.
Benjamin Franklin'in Paris'teki ve İngiltere'deki etkileyici konuşmaları güçlü ve verimli Amerika Birleşik Devletleri'nin temellerini atmıştır.
Samimi, inançlı ve mert devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, onca kargaşanın içerisinde, vatanın işgal edildiği yıllarda bölge bölge gezip Anadolu insanını Kurtuluş Savaşı'na hazırlaması onun dahi bir hatip olduğunu gösterir.
Milli mücadelede sağdan soldan atılan laflara ve fitnelere cevap yetiştirmeye çalışan ve ömrü "Milletim, ülkem" demekle geçen Atatürk, içte ve dışta bir çok gafil, hain, çıkarcı, solucan ruhlu insanlarla mücadele edip, muzaffer bir komutan olmuştur. Onun, "Efendiler!" diye başlayan ve tüyleri diken diken eden konuşmaları dünyanın her yerinde ayakta alkışlanmıştır. Siz de toplumunuza ve kendinize faydalı olmak istiyorsanız konuşmanın inciliklerini bu kitaptan iyice kavramaya çalışın.
Retorik (Şiirsel, belagat) konuşmaların güçlü olduğu Arap milletleri bir zamanların edebiyat dahileriydi. Bunu, hitabet sanatına borçluydular. Şimdi ise değil edebiyatın, konuşmanın dahi kalmadığı bu toplumlar zilleti yaşamaktadır. Sanatların en güçlüsü olan hitabet sanatı ünlü hatip Kuintilyan'ın Hitabet Müessesesi adlı eserinde yüzyıllar öncesinden dile getirilmiş.
Yazı ve yorumlarıyla belagatın, hitabetin sarsılmaz şahsiyetlerinden biri olan Epiktetos, sıradan bir köleydi. Onun güçlü ve karakterli konuşmaları özgürlüğüne giden yol olmuş, sonraki dönemlerde adı ile çağa damgasını vurmuştur.
Hem Epiktetos, hem de Kuintilyan hitabet sanatında başarılı olacak kişinin karakterli ve iyi insan olması gerektiğinin altını çizmişlerdir. Güçlü devlet adamlarının çoğuna baktığımızda, önderlerin ve liderlerin çoğunu incelediğimizde sağlam karakterli olduklarını görürüz. Bu insanların hepsi de iyi birer hitabetçiydiler.
Kadim tarihlerden bu yana toplulukların liderleri kimlerdi? Bilime damgasını vuranlar kimlerdi? Sosyal ve siyaset alanında en ön saflara kadar çıkanlar kimlerdi? İnsanları arkasından sürükleyenler kimlerdi? Onlar insanları ikna edebilecek güce sahip, sağlam karakterli hatipler değiller miydi? Ünlü müzisyen Beethoven'un Goethe'ye yazdığı mektup, eşsiz hitabet örneği değil midir? Kendisine mektup gönderip, imzasını "toprak sahibi" diye atan bir kompradora Ludwig Beethoven'in cevabı "Akıl sahibi" olmamış mıydı? Bu ondaki eşsiz hitabet örneğini ve zekasını göstermez mi? Aynı şekilde, "Ey Rabbim! Senden başka kimsesi olmayan ben, senden başka her şeyi olana acırım." diyen Konfiçyüs'ün bu sözü, onun hangi özelliğini gösterir?
Bıçak, meyve de keser insan da… Bıçağın insan kesmesi, onun kötü olduğu anlamına gelmez. Çocuk, kadın, yaşlı demeden on binlerce zavallı Yahudi insanını, sırf Yahudi olmalarından dolayı acımasızca katleden Hitler de iyi bir hatipti. Ama bunun ne önemi var ki?
Hitabet, insanlığa güzel duygular sunmalı; anneye, babaya ve tüm insanlığa sağlık ve selamet aşılamalı. Din, dil ve ırkı gözetmeden yüce Allah'ın kulları olduğumuzu, tüm peygamberlerin de bu uğrunda çilekeş birer hatip olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Francis Bacon, "Hitabet ilmi, fazilet ve iyiliği görünürcesine resimlerle süslemektir." derken, aslında en doğru tarifi yapmıştır.
Yunanistan'ın ünlü büyük hatibi Demosten'in kekeme olduğunu söylemiştik. Kekemeliğini düzeltmek için deniz kıyısına gider, dalgalara karşı ağzına aldığı çakıl taşlarıyla konuşma yaparmış. Dünyanın büyük hatiplerinden meşhur Çiçero, çok çalışarak bu seviyeye geldi.
Amerikalı büyük hatip Bryan, "İyi konuşabilme yeteneği sadece Allah vergisi değildir, çalışmakla da kazanılan bir nimettir." der.
Tüm bu insanlar kürsüye ilk çıktıklarında heyecanlarından titremişler; fakat zamanla dünyanın bir numaralı hatipleri haline gelmişlerdir.


HİTABETTE YAPILMASI GEREKENLER
Bir defa, hitabet sanatı adı üzerinde bir sanattır. Sadece birilerine ait, sadece birilerinin yetenekleri kapsamında bir uygulama değildir, bu sanatı çalışan herkes başarır. Mutlaka ki doğuştan bu yeteneğe sahip insanlar vardır; fakat bu istisnai haller genel geçer kuralın önünde değildir.
Pek çok utangaç insan, bu sanat sayesinde utangaçlıklarını ve şaşkınlıklarını yenmişlerdir. Öyleyse, hitabette yapılmaması gereken şey, "Ben bu işi beceremem." şeklindeki yanlış kanaate kapılmadır.
Yapılamaması gereken durumlardan biri de söz canavarlığından uzak durmaktır. Nedir "söz canavarlığı"?
Kürsü, bir hatibin kişisel menfaatlerinin depreştiği yer değildir. Hitabet sanatında asla olumsuz ve ahlak dışı sözcükler yer almaz. İkna etme ve kabul ettirme becerisini, kötü sözcüklere yüklemek isteyen bir insan aciz insandır.
Böyle bir durum normal bir konuşma olmadığı gibi, hitabet hiç olamaz. Öyleyse daha işin başında argo sözcüklerden ziyade motive edici sözcük hazinesinin artırılması gerekir. Hitabet malzemeleri, hitabetin incelikleri kadar önemlidir. Eğer sizin malzemeleriniz tıpkı savaş alanındaki hileli ve kumpas malzemeler gibiyse, bu manada hitabetin hiçbir önemi olmaz.
Hitabet ve belâgat, hiçbir şekilde politik bir yapı değildir. İçten, samimi, gerçekten söylenecek bir şeylerin olduğu bir yapıdır hitabet sanatı. Ne bir reklam konuşmasıdır, ne bir gereksiz eylemdir, ne de laf salatasıdır; hitabet var olan durumları kitlelere anlatmak, onları, eğer gerek varsa, ikna etmektir.
"Ayinesi iştir kişinin, lafına bakılmaz" gibi yanlış bir inanç, yanlış bir saptama sizi hitabet sanatından uzaklaştırmasın. Çünkü hitabet hiçbir vakit "laf" değildir, bilakis "söz" dür.
"Altın laflar", "Ata lafı", "Elmas laflar" gibi özdeyiş sözcükleri hiç duydunuz mu? Elbetteki hayır. Ama "Altın sözler", "Ata sözü", "Elmas sözler" gibi deyişleri hem duymuş, hem de kullanmışsınızdır. İşte tıpkı burada olduğu gibi hitabet laf kuralı değildir, söz sanatıdır.
Söz ruhu büyüler, aklı ve idraki çalıştırır. Ufuktur söz, ifadeye güç katar. Yusuf Has Hacip, bunu en güzel şekilde ifade etmiş: 
Dildendir mutluluk, dildendir değer
Dili oymana insan mı derler?
İnsanda dilince değişir kader,
Ya kurda leş olur, ya başı gider!
Dil bir aslandır ki, eşikte yatar
Başı boş kalırsa başını yutar!
Dilin çok oynarsa sökülür dişin,
Diline dikkat et, gitmesin başın.
Ağzından uygunsuz bir söz kaçırma,
Dilinle taş atıp, başını kırma!
Çoğu faydasızdır, iyisi özdür,
Söz asıl bilerek söylenen sözdür.
Çoğu faydasızdır, iyisi özdür,
Binlerce düğümü sözle çözdür.
Dinlenir, akılda kalır kısa söz,
Binlerce düğümü bir tek sözle çöz.
"İyi bir konuşmayı, nutuk çekmeyi hitabet tekniklerini öğrenmeden de yaparım." gibi bir eğilim büyük hata olur. Çünkü dile getirilen bu yaklaşım çok çok istisnai bir yaklaşımdır. Ya bu istisna içerisinde değilseniz?
En garanti yöntem, hitabetin inceliklerinin ne olduğunu öğrenmektir. Böylesi bir durumda, farkında olmadığınız melekeleriniz ve mükemmeliyetiniz inkişaf eder. Ancak, iyi konuşmaya başladığınız anda bütün eksikliklerinizin  gideceğini de zannetmeyin.
Evet, hitabetin sağlam karakterin oluşmasında etkin bir rolü vardır; ama bu yine de kişinin özel gayretine bağlıdır.